Çamlık Cad. No:1 Fatih Sultan Mehmet Camii Altı Onur market Avm Beylikdüzü/İstanbul

29 Eylül 2016 Perşembe

AĞRI KESİCİLERE DİKKAT !!!

                                                                             
 

İngiliz tıp dergisi British Medical Journal'ın 4 ülkede 10 milyon kullanıcı üzerindeki araştırması, yaygın kullanılan bazı ağrı kesicilerin 65 yaş üstü kişilerde kalp yetmezliği riskini artırabileceğini ortaya koydu. 

Araştırma sonuçları özellikle hipertansiyon, diyabet ve böbrek hastalarının dikkatli olması gerektiğini gösteriyor. 


Ağrı, ateş ve iltihabı azaltıcı etkilere sahip olan nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar grubundaki bazı ağrı kesicilerin etkilerinin incelendiği araştırmaya, İngiltere, Hollanda, İtalya ve Almanya'dan yaş ortalaması 77 olan ve düzenli olarak bu ilaçları kullanan kişiler katıldı.
Araştırmayı yürüten İtalya'daki Milan- Bicocca Üniversitesi'ndeki bilim insanları, bu ilaçların kalp yetmezliği nedeniyle hastaneye kaldırılma riskini artırabileceğini buldu. BBC'nin haberine göre, 2 hafta içinde bu tür ilaçları almış olan hastaların, almamış olanlara kıyasla, kalp yetmezliği nedeniyle hastaneye kaldırılma riskinin yüzde 20 daha fazla olduğu ortaya çıktı.
Ancak araştırmacılar, ağrı kesici kullananların genel olarak daha az sağlıklı kişiler olduğuna dikkat çekti ve ilaçların 65 yaş altı kişileri etkilediğine dair bir bulgu elde etmediklerini belirtti.
'Temkinli kullanın'
İngiliz Kalp Vakfı (BHF), bu tür ilaçların düşük dozda ve mümkün oldukça kısa süreli olarak kullanılması ve doktorların bu ilaçları daha dikkatli yazması gerektiğine dikkat çekiyor.
BHF'den Profesör Peter Weissberg "Bu ilaçların kalp yetmezliği riskini artırdığı ve temkinli bir şekilde kullanılması gerektiği uzun zamandır biliniyordu" diyor.
Ancak uzmanlar araştırma sonuçlarının bu tür ilaçları her gün alanlar için geçerli olduğunu, "gerektikçe alanlar" için büyük bir risk olmadığını vurguluyor.
Ibuprofen, Naproxen ve Diclofenac gibi nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar ağrı kesici ve iltihap tedavisinde yaygın olarak kullanılıyor.
Araştırmacılar diclofenac, etoricoxib, indomethacin, piroxicam ve rofecoxib içeren ilaçların çok yüksek dozlarda kullanılmasının, riski iki katına kadar çıkarabileceğini belirtiyor.
İngiltere'de kardiyovasküler hastalıklar uzmanı Helen Williams, özellikle hipertansiyon, diyabet ve böbrek hastalarının dikkatli olması gerektiğini söylüyor ve "İlaçlar bu hastalarda riski biraz daha artırabilir" dedi. 
Yaşlı hastaların risk grubundan olduğunu belirten Willims, ilaçları düzenli olarak alan gençlerin de dikkati olması gerektiğine dikkat çekti. 

Yemyeşil Aktar 
Beylikdüzü / İstanbul                   www.facebook.com/yemyesilaktar 
                                                      www.yemyesilaktar.blogspot.com.tr 
                                                              www.yemyesilaktar.com

25 Eylül 2016 Pazar

INTOLERANS ( Gıda Alerjisi ) TESTİ, KOCAMAN BİR YALAN -2- !!!!

23 Ağustos '11

KategoriBeslenme / Diyet



Gıda Duyarlılık Testleri aldatmacası

 Besin alerjisi çocuklarda yaklaşık %4 yetişkinlerde ise % 1 görülen bazı besinlere karşı çok hafifinden anafilaksi gibi hayatı tehdit eder hale gelebilen alerjik reaksiyonlardır. 
Bütün Tıbbi Laboratuvarlarda dünyada kabul görmüş Spesifik IgE testleri ile ya da deri (prick) testleri yapılarak hangi besinlerin alerji yapıp yapmadığı anlaşılır. 
Besin intoleransı ise yenilen besinlerin barsakta parçalanmasında ya da emilmesinde güçlüğe neden olan enzim eksikliği, taşıyıcı faktörlerdeki kusurlar vb.. bağlı rahatsızlıklardır. 
Barsakta parçalanamayan besinler şişkinlik, ağrı, ishal gibi durumlara neden olur. 
Karbohidrat intoleransı (Laktoz, fruktoz, sorbitol), Çölyak hastalığı (tahılların parçalanamaması), favaizm (bakla yenilememesi) bu tür rahatsızlara örnektir. 
IgA antikorları tabiatında bazı testler ile bu hastalıkların tanısı da kolayca konulabilir. Besin duyarlılık testi olarak adlandırılan test grubu yukarıda anlatılan iki grubu da içerir gibi görünürken yapılan iş tamamen farklıdır. 
Çoğu kişide yemeklerden sonra görülen gaz, şişkinlik gibi doğal cevapları besin alerjisi ya da "gıda intoleransı" gibi değerlendirilip lüzumsuz, faydasız analizlere başvuruluyor. Bu testleri ne üniversite hastanelerinin alerji klinikleri, ne de serbest çalışan alerji uzmanları henüz onaylamıyor. 
Biyokimya uzmanları ve alerji uzmanları bu testleri "yanıltıcı testler" olarak tanımlıyor. 
Yurttaşlarımız insan sağlığı laboratuarı olarak tescil edilip edilmediğini bilmedikleri bir takım adreslere doğrudan ya da Türkiye’deki aracıları ile kanlarını gönderiyor ve sonuçta onlara yüzlerce gıda için yapıldığını söyledikleri bir rapor geliyor ve bu raporda birçok besine spesifik IgG4 veya IgG antikorları bakarak yenmemesi gerekenler listesi oluşturulmaktadır. IgG4 ler koruyucu antikorlardır, tam tersi olarak bu besinleri rahatlıkla yiyebilirsiniz. Zaten yapılan birçok çalışma da bu hipotezi doğrulamamaktadır. 
Avrupa ve Amerika’daki bilinen alerji laboratuvarları ortak bir çalışma yayınlayarak bu testlerin güvenilir olmadığını bildirmişlerdir (1). 
Ayrıca Sheryl B. Miller’e ait bir çalışmada aynı kan örneği bu tür testleri yapan birkaç merkeze yollanmış ve laboratuarlardan birinde 100 gıdadan 76’sı pozitif çıkarken aynı hastanın kanında bir diğer laboratuarda 100 gıdadan 29’u pozitif bulunmuştur. Bu da testin standardize edilmediği ve tekrarlanılamayan sonuçlar verdiğini kanıtlamaktadır (2) 

1.Testing for IG4 against foods is not recommended as a diagnostic tool. Allergy 2008: 63: 793-796 
2.Bastyr University 14500 Juanita Drive NE Bothell, Washington 98011-4995 USA, http://www.bastyr.edu 

KAYNAK: http://blog.milliyet.com.tr/gida-duyarlilik-testleri-aldatmacasi/Blog/?BlogNo=322582                                              

Yemyeşil Aktar 
Beylikdüz / İstanbul 
Tlf.     : 0 212 873 33 93 
Gsm  : 0 532 775 76 31       www.facebook.com/yemyesilaktar 
                                            www.yemyesilaktar.blogspot.com.tr 
                                                    www.yemyesilaktar.com

INTOLERANS ( Gıda Alejisi ) TESTİ, KOCAMAN BİR YALAN -1- !!!

Lezzetli görünüyor; değil mi?














Gıda Alerjisi, Gıda İntoleransı ve Gerçekler

İnternette takip ettiğim sayfalar arasında gezerken bir makale ile karşılaştım (1). Bu makale, yurdumuzda da son zamanda popüler olan “gıda intolerans testleri” ile ilgiliydi. Çevremde bir çok kişinin bu testi yaptırdığını ya da yaptırmak istediğini biliyordum. Bunun üzerine merak ettim, acaba bu gıda intolerans testlerinin iddiaları neydi ve bu iddialar tıbbi gerçeklerle ne kadar örtüşüyordu? Acaba burada Yalansavar’a bir görev düşer miydi?
Gıda alerjileri sonucu ortaya çıkan reaksiyonları tetikleyen bazı bağışıklık sistemi elemanları var. Bunlara “immunoglobulin” adı veriliyor. “Ig” ön eki ile belirtilen bu kan proteinleri, akyuvarlar tarafından oluşturulan antikorlara ve bağışıklık sistemine (immün sisteme) vücuttaki zararlı maddeleri (örn bakteriler, virüsler vb) nötralize ederken yardımcı oluyor. Bu antikorlar, vücutta düşman kabul edilen yapılardaki antijen denilen molekülleri tanıyor, sözkonusu yapıyı düşman olarak işaretliyor ve vücut savunma sistemi tarafından yokedilmesini sağlıyor. Alerjik reaksiyonlar eğer “immünoglobulin E” (IgE) denilen kan proteini etkisiyle başlarsa hemen ortaya çıkıyor ve (şiddetli bir alerjik reaksiyon olan anafilaksi tablosu dahil olmak üzere) aniden ortaya çıkan gıda alerjisi belirtilerinin görülme sebebi oluyorlar. Ani gıda alerjisi belirtileri kızarma, kaşıntı, hapşırma, kusma ve boğazda şişkinlik olabiliyor. Alerjik reaksiyonlar IgE dışındaki bir bağışıklık sistemi elemanı etkisi ile başlarsa, bu sefer gecikmiş bölgesel ve genel belirtiler görülüyor. Bölgesel reaksiyona örnek olarak kontakt dermatit denen deri reaksiyonlarını, genel reaksiyona örnek olarak da Çölyak hastalığını verebiliriz.
İntolerans ise vücudun belli maddeleri metabolize edemediği, bu maddeleri uzaklaştıramadığı, tabiri caizse “kaldıramadığı” durumu anlatıyor. İntolerans oluşum mekanizmasında alerjinin aksine bağışıklık sistemi yer almıyor ve intolerans ile alerjiden daha sık karşılaşılıyor. Hep duyduğumuz laktoz intoleransı (yanlış bilinen ismi ile süt alerjisi) gibi bazı enzim eksiklikleri, reflü hastalığı ve enfeksiyonlar gibi durumlar sonucu karşımıza çıkıyorlar, yani “intolerans” da çok değişik olayları tanımlamak için kullanılabilen genel bir isim.
Dönelim konumuza. İddiaya göre bazı gıdalardaki maddelerin yol açtığı intolerans vücudu bir tepki vermeye zorluyor ve bu tepkiler de bizi hasta ediyor(muş). Gıda intoleransını ölçtüğünü iddia eden testler “vücuda giren ve intolerans bulunan gıdalardaki proteinlere karşı vücut tarafından karşı tepki verildiği ve bunun da vücutta kilo almadan, birçok kronik rahatsızlığa kadar olumsuz etkilere yol açabileceği“ni iddia ediyorlar. Yine bu tip testlerin iddiasına göre gıda intoleransı, “Şişmanlık, Kilo verememe, Migren, Akne, Nedeni bilinmeyen ödem, Gaz, Şişkinlik, Kronik yorgunluk, Kabızlık, Cilt problemleri (örn. sivilceler, kaşıntı nörodermatit, kronik egzama vs.), Romatizmal hastalıklar, Astım, İshal , Mide krampları, Depresyon, Uyku bozuklukları, Baş ağrısı, Solunum yolu hastalıkları, Kronik Farenjit, Sürekli nezle olma, Ağızda yaralar, Epigastrik Ağrılar, Crohn hastalığı, İrritabl Bağırsak Sendromu, Sık gribe yakalanma, Kronik burun akıntısı, OSB (Otistik Spektrum Bozukluğu), Sedef hastalığı, Nörodermatit, Ürtiker… gibi birçok hastalığa yol açabiliyor“. Göreceğiniz üzere listede ne isterseniz var.
Neredeyse çözemediğiniz her türlü sağlık sorununda gıda intoleransını suçlayabilecek durumdasınız. Güzel değil mi? Bu ifadeler sağlık problemi yaşayan kişilere çok çekici geliyor olmalı… Peki, bu test nasıl bir test, nasıl çalışıyor? Basit bir kan testi ile gıda intoleransı belirlenebilir mi?
Gıda intolerans testleri genellikle parmak ucundan alınan bir parça kan ile yapılıyor. Bu testlerin fiyatları değişken, ama anlaşılan o ki bu testi yaptırmak istiyorsanız cebinizden 800 lira gibi bir para ayırmanız gerekiyor. Bu testi özellikle zayıflamaya çalışan kişiler yaptırıyor. Test sonucunda size bir gıda listesi verilerek bu gıdaları vücudunuzun “tolere edemediği” ve bu nedenle sağlığınızın da bozulduğu söyleniyor, siz de bu gıdalardan kaçınmaya çalışıyorsunuz. Toplumda gittikçe daha fazla kişinin kendinde gıda alerjisi olduğuna inandığıgünümüzde bu cins söylemlerin prim yapması gayet doğal (3).
Bu testler kanda IgG (immünoglobulin G) olarak adlandırılan proteinleri inceliyorlar. IgGmolekülleri hücreler arasındaki ilişkileri yönlendiren moleküller. İşin ilginç yanı, vücutta IgGmoleküllerinin bulunması aslında bir madde ile “karşılaşıldığına” işaret ediyor, yani gerçekte onlara karşı bir alerji ya da intolerans olduğunu göstermiyor. Hatta tam tersine IgGkullanarak hangi gıdalara toleransımızın olduğunun belirlenebileceğini söyleyen bilimsel çalışmalar bile var. Örneğin süt alerjisine karşı (bu sefer gerçek süt alerjisi) tedavi gören kişilerde IgG seviyeleri yükseliyormuş (4).
Bu konuda çalışmalar halen devam etse de vücutta IgG varlığı ile hastalıkların görülmesi arasında net bir ilişki ortaya koyulamadığı için IgG testleri bugün bilimsel olarak tanı amaçlıkullanılmıyor ve test sonuçları da tıbben anlamlı bulunmuyor (5,6). IgG kan testleri hakkında yayınlanmış çeşitli makaleler var, ancak bu makalelerin doğruluğu hakkında bilim çevrelerinde tartışmaların da devam ettiğini görüyoruz (7,8). Konuyla ilgili ayrıntılı analizlereşu sayfadan ulaşabilirsiniz (10).
Sözkonusu intoleranslar bağışıklık sistemi ile ilişkili olmamalarına rağmen bu konuda bir bağışıklık sistemi testi ile sonuç alınabileceği yönündeki tanıtımlar bilimsel olmaktan uzak. Sonuçlar ve klinik hastalık arasında korelasyon eksikliği bulunması ve test sonucunda gereksiz yere bazı gıdalardan bilinçli olarak uzak kalınması riski sebebiyle bu testler zararlı bile olabilir. Elbette, sonuçlar kişiler için hiç de anlamlı olmayabiliyor. Örneğin, alabalıktan nefret eden bir kişiye bu balığa karşı intoleransı olduğunu söylemek çok anlamlı olmasa gerek. Bu bir bu şaka değil, hatta aynı kişiye çok az çerez tüketiyor olmasına rağmen kaju fıstığına intoleransı olduğu da söylenmiş. Bu kişinin test sonuçları karşısında düşüncesi dikkat çekici: “Muhteşem bünyem nasıl olmuştu da bu hemen hiç tüketmediğim besinlere karşı antikor üretmeyi başarmıştı anlamamıştım. Sonuç olarak, diyetten çıkaracağım bir şey yoktu, zayıflamak için bir sebep de çıkmamıştı.” (11)
Sonuç olarak; mevcut bilimsel verilere dayanarak gıda intoleransının teşhis edilebilmesi için elimizde güvenilir ve doğrulanmış bir test olmadığını söyleyebiliriz. Görülen o ki bu testlerden anlamlı, bilimsel gerçeklere dayanan ve konu ile ilgili çalışan tıp kuruluşlarının da desteklediği anlamlı sonuçlar çıkmıyor. Bu sebeple ve olası zararları da düşünülerek dünya çapında alerji ve immünoloji dernekleri, gıda intoleransının tespiti amacı ile IgG testlerinin yapılmasını önermiyorlar. Tıp alanında bir bilginin anlamlı olabilmesi için ise, tam tersine, konusunda otorite olmuş kuruluşların bir bilgiyi destekliyor ve öneriyor olması çok önemli. Bence şimdilik paranız cebinizde kalsın, konuyu iyi bilen uzman tıp doktorları ile (örneğin alerji immünoloji uzmanları gibi) konuşun ve siz siz olun, belirsizliklerin bulunmadığıyöntemlere itibar edin.
Referanslar:
1. http://www.sciencebasedmedicine.org
2. Aldığımız yasal uyarı nedeniyle ilgili referans kaldırılmıştır.
3. http://www.washingtonpost.com/national/health-science/consumer-reports-food-allergies-are-not-rampant-and-they-can-change-over-time/2011/11/29/gIQAuXpcLQ_story.html
4. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/18951617
5. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/15864086
6. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/21109748
7. http://gut.bmj.com/content/53/10/1459.abstract
8. http://gut.bmj.com/content/53/10/1459.abstract/reply#gutjnl_el_686
9. http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC1774875/
10. http://www.sciencebasedmedicine.org/index.php/igg-food-intolerance-tests-what-does-the-science-say/)
11. Daha önce bağlantısını verdiğimiz yorum, ilginç bir şekilde şikayet edilerek yayından kaldırılmış. Gelişmeleri aynı tüketicinin izleyen iki yazısından (birinci yazıikinci yazı) takip edebilirsiniz.
(image credits: wikimedia commons) 

                                                              www.facebook.com/yemyesilaktar 
                                                             www.yemyesilaktar.blogspot.com.tr 
                                                                     www.yemyesilaktar.com



İLAÇ SANAYİNİN BÜYÜK OYUNU !!!






30 yıl sonra tüm Türkiye'nin diyabet olacağını belirten Dr. Ümit Aktaş, kanser, diyabet gibi hastalıklardaki hızlı artışın nedeninin kimya sektörü olduğunu söyledi, “Önce gıdamızın genetiği ile oynayıp sağlığımızı bozdular, sonra da ömür boyu kullanacağımız kimyasal ilaçları bize sattılar” dedi.

Dünyada hızla artan diyabet, kanser gibi hastalıkların en önemli nedeninin gıdalar olduğunu belirten Fitoterapi Uzmanı Dr. Ümit Aktaş, gıdaların bozulmasına ve onlara konulan kimyasal katkı maddelerine dikkat çekti.

‘Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi' adlı yeni kitabının tanıtım toplantısında konuşan Aktaş, koruyucu hekimliğin ilk basamağının beslenme olduğuna vurgu yaptı. Kimyasal ilaçları kullanmadan birçok hastalıktan korunmanın ve kurtulmanın mümkün olduğunu öne süren Aktaş'a göre, hastalıkların temelinde yatan etken; doğası bozulan gıdalar.

GDO'LU BUĞDAY DÜNYAYA YAYILDI, HASTALIKLAR PATLADI

Bu konudaki en çarpıcı örneğin buğday olduğunu söyleyen Fitoterapist (Bitkilerle bilimsel tedavi uzmanı) Aktaş, “Aslında buğday bir GDO'lu gıdadır” diyerek şöyle devam etti: “Ama dünyadaki hiçbir ülkenin gıda yasası buğdayın GDO'lu olduğunu söylemez, yazmaz. 1943 yılında Amerika'da buğdayı ıslah etmek için kurulan enstitü, bütün dünyaya bu genetiği değiştirilmiş buğdayı yaydı. Bu buğday, şu anda mücadele ettiğimiz hastalıkları yarattı. Buğdayın genetiği değiştirilene kadar dünyada çölyak, gluten intoleransı gibi hastalıklar yoktu. Ama şu anda sadece Türkiye'de 5.5 milyon çölyak ve gluten intoleransı hastası var.”

HASTA İÇİN İLAÇ DEĞİL, İLAÇ İÇİN HASTA YARATTILAR”

“Önce gıdamızı bozdular, genetiği ile oynanan gıdalar sağlığımızı bozdu, sonra 'sağlığınızı geri getireceğiz' diye ömür boyu kullanacağımız kimyasal ilaçları bize sattılar” diyen Dr. Aktaş'a göre, bütün bu olan bitenin arkasında kimya sektörü ve onun firmaları var:

“Kimya sektörü, 2. Dünya Savaşında kazandığı parayı iki önemli alana yatırdı. Birincisi gıda ve tarım, ikincisi ilaç sektörü. Her şey kimya sektörüne bağlı firmaların başının altından çıktı, önce gıdaların ticaretini yapabilmek için içine katkı maddeleri koydular, çünkü raf ömrü gerekiyordu. Arkasından GDO yaptılar ve bu gıdaları bize yedirip hasta ettiler. Sonra da bizi ilaçlara mahkum ettiler. Yani 20. yüzyılın belası kimya sektörüdür.”

DİYABET KANSERDEN DAHA TEHLİKELİ BOYUTTA

Günümüzde daha çok kanserin konuşulduğunu ancak asıl tehlikenin diyabet olduğunu kaydeden Aktaş'ın verdiği rakamlar bir hayli çarpıcı. ABD'de 1980'de % 6 olan diyabet görülme sıklığının 2009'da % 24'e çıktığını aktaran Aktaş, Türkiye'de diyabetin 12 yılda % 80 artış gösterdiğine dikkat çekti.

"30 YIL SONRA TÜM TÜRKİYE DİYABET OLACAK"
Ülkemizde 10 milyonun üstünde diyabet hastası olduğunu söyleyen Aktaş'ın “Böyle giderse 30 yıl sonra Türkiye nüfusunun toplamı diyabet olacak” tespiti ise endişe verici.
Bu artışın genetiği ile oynanan tam tahıllı ürünlerin tüketilmesinden sonra olduğunu dile getiren Dr. Aktaş, diyabetteki bu iç karartıcı tablonun arkasında ise ekonomik çıkar peşinde olan çevreler bulunduğu görüşünde:

"HASTALIKLARIN BİTMESİNİ İSTEMİYORLAR ÇÜNKÜ BU BÜYÜK BİR PAZAR"

“Bu hastalara sadece tam buğdaylı diyetler verilerek hastanın şekerinin daha çok artması sağlanıyor. Bu sadece ülkemizde değil dünyada da böyle. Amerikan Diyabet Derneği, 1980'den itibaren diyabeti önlemek için tam buğdaylı ürünler tavsiye ediyor. Türkiye'de devlet diyabetteki bu ürkütücü rakamlarla ilgili ne yapıyor… Diyabet, hiçbir ilaç, insülin veya oral antidiyabetik kullanmadan tedavi edilebilir. Bu hastaların % 95'i beslenmenin düzenlenmesi, bazı bitkisel takviyeler yani fitoterapi, ozon terapi, hastanın egzersiz yapması ve kilo vermesinin sağlanmasıyla tam şifaya kavuşabilir ve ilaçlarından kurtulabilir. Yani ilaçsız tedavi mümkündür. Peki niye bunu yapmıyoruz da ilaçlara mahkum yaşıyoruz? Çünkü bu, çok büyük bir pazar ve bundan yararlananlar hastalığın bitmesine izin vermiyor.”

Kanserde de aynı tablonun geçerli olduğunu belirten Aktaş, Sağlık Bakanlığı'nın verilerine atıfla, “2002'de Türkiye'de kanserden ölüm oranı % 12, 2012'de % 21. Yani klasik kanser tedavileri kanserden ölümleri engellemiyor” dedi.

“HASTALAR AKTARLARIN KUCAĞINA İTİLİYOR”

Aynı zamanda Bahçeşehir Üniversitesi Fitoterapi Eğitim Koordinatörü olan Dr. Ümit Aktaş, kanser tedavisinin içinde mutlaka fitoterapinin olması gerektiğini söyledi ve şöyle devam etti: “Bunu onkologlarla fitoterapistler birlikte yapmalı. Onkologlar hastalarını azarlayarak, ‘Sakın hiçbir şey kullanma' diyerek onları aktarların kucağına itiyor. Hastalar, doktorlarından bu cevabı alamadıkları için, aktarların veya komşu önerilerinin kurbanı olabiliyor. Ancak onkologlar, fitoterapi uzmanlarına yönlendirirlerse hastalar zarar görmez. Aktar tıbbının bu kadar güçlenmesinin sebebi doktorların, fitoterapiyi reddeden tutumlarıdır. Fitoterapiyi yapması gerekenler, bu işin eğitimini almış doktorlardır. Fitoterapi, aktar demek değildir, bitkilerle bilimsel tedavi demektir.”

“BESİNİNİZ İLACINIZ, İLACINIZ BESİNİNİZ OLSUN”

Sadece onkolojinin değil, bütün tedavilerin fitoterapi ile kol kola olması gerektiğini kaydeden Aktaş, Bitkisel Kürlerle İlaçsız Tedavi kitabında; kronik hastalıklarda en etkili kürleri ve savaş stratejilerini okurlarıyla paylaştığını söyledi.
Kitapta, hastalıkları tamamen iyileşen gerçek yaşam öykülerinin de yer aldığını belirten ve evde bitkilerin nasıl doğru kullanılacağını anlattığını dile getiren Dr. Aktaş sözlerini, Hipokrat'tan bir alıntıyla noktaladı: “Besininiz ilacınız, ilacınız besininiz olsun.”